haber

Sağlık Platformu’ndan çarpıcı sonuç: “54 yıl zararlı yağ tüketmişiz”

Sağlıklı bir gelecek için çalışmalarını sürdüren Nilüfer Belediyesi, bu yıl 10’uncusunu düzenlediği “Nilüfer Sağlık Platformu” toplantısında “Gıda Güvenliği”ni mercek altına aldı. Nilüfer Belediyesi Dernekler Yerleşkesi’nde gıdanın üretiminden tüketimine kadar bir çok konunun tartışıldığı “Gıda Güvenliği” toplantısı, İstanbul Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar ve Nilüfer Belediyesi Ziraat Yüksek Mühendisi Arca Atay’ın sunumuyla gerçekleştirildi.

Günümüzde gıda üretiminde farklı yöntemlerin  kullanıldığını İ.Ü Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar, bazı yöntemlerin mantık dışı olduğunu söyledi. Dr. Dizdar, “Bir canlının bir yılda gelebileceği boya 45 günde getirmeniz ne kadar mantıklıysa bu ürünün yenmesi de o kadar mantıklıdır. Bugün tüysüz tavuk üretildi. Bu kadar gayenin amacı tüye harcanan enerji ve yem maliyetinin çok yüksek olması. Eskiden dört kilo yem yiyerek bir kilo et elde erken şimdi 1,7 kilo yemle bir kilo et ürettiğinizde aynı  et olmuyor. Bu kadar eksikliği birleştirdiğinizde hiç akla hayale gelmeyecek kadar eksik bir beslenme ortaya çıkıyor. Bunun da nedeni endüstriler üzülmesin diye endüstriler daha çok kazansınlar diye,” dedi.

Kanunların düzenlenmesiyle endüstrinin bir şekilde önünün açıldığını belirten Dr. Yavuz Dizdar tohum kanununda da benzer durumların yaşandığını belirtti. Dizdar, “Endüstri bir  işi yapabilmek için önce alanı temizler. Tohum kanunu değiştirirsiniz. Sertifikasız tohum yasak dediğiniz anda bitti. Hangi köylünün elinde sertifikalı tohum var ki? Binlerce yıldır üretim yapan köylünün elinde tohumun sertifikası mı var? Yok. Ama siz kanunu tepeden sertifikalı olacak dediğinizde Türkiye’de tohum köylünün elinden çıkar,” şeklinde konuştu.

İthal edilen ürünlerin çok sağlıklı olmadığını sözlerine ekleyen Dr. Dizdar, insanların beslenme yetersizliği yaşadıklarını ifade etti. Dr. Yavuz Dizdar “Şehirleri büyütüp yükselttiklerinde, oralara fabrikalar ya da yerleşim merkezleri kurduğunuzda mecburen ürünü dışarıdan getirmek zorundasınız. Antalya bile bugün bu açıdan Bursa yada İstanbul’a çok yakın. Üzüm Şili’den geliyor. Üzüm çok kolay bozulan, akan ve eriyen bir üründür. Erken toplanıyor, bir takım hormonlarla içerisindeki bileşikleri değiştiriyor. Aslında üzüm gibi görünen ama üzüm olmayan bir ürünü piyasaya veriyorlar. Bunu verdiği zaman bu bir ürünken sorun yok, yanına margarini koyuyorsunuz, genetiği değiştirilmiş yemle üretilmiş sütleri ekliyorsunuz, etlere bakıyorsunuz, o kadar çok benzerlik üst üste oturmaya başlıyor ki, bir süre sonra aslında kronik bir beslenme yetersizliği içinde oluyorsunuz. Çünkü endüstrinin üretim metodunun içerisinde ham madde kaynağında bir sorun yok. Sorun uzun raf ömrüne gelince ortaya çıkıyor. Bakkal bana bir firmanın yoğurtları değiştirmediğini sadece kapaklarını değiştirdiğini söyledi. Ben o yoğurdu yıllarca yedim. Hiç farkına varmıyorsunuz. Yıllardır köylüleri eleştirdiler; “kuru fasulye bulgur yiyorlar” diye. Aynen en iyisi de odur. Kuru fasulye bulgurla evet geçinilir. Gerçi şimdi de fiyatı arttı,” dedi.

Sucuk, sosis ve yoğurt gibi ürünlere basınç uygulaması yapılarak yapay ürünler üretildiğini söyledi. Dizdar, “Bütün gıdalara bir şekilde basınç uyguluyorlar. Çünkü endüstri standart ürün istiyor. Yapma ürün yapıyor ve bunu ambalaj içerisinde bize bir şekilde satıyor. Marka aynı zamanda reklam unsurunu sonuna kadar kullanıyor. Aynı şey bugün sosisler için geçerli, yapay sucuklar için geçerli. Sattıkları şey sucuk değil. Sucuk da mayalanmış bir et ürünü. Fakat bunlar mayalamadan kimyasal yöntemlerle sucuk yapıyor ve işin üzücü yanı TÜBİTAK da “Buna enzim üretmek için daha nasıl çalışma yaparız”  diye düşüyor. Bu dediğim sistem kırılmadığı sürece bu insanlar daha çok hastalanacaklar, daha çok ilaç satılacak. Bakın hastane yapmak konusunda hiçbir sıkıntı yok yapıyoruz, ilaç konusunda da sıkıntı yok. Yüz bin liralık ilaçları bile yeri geldiğinde devlet ödüyor. O yüzden sorun hastalanmamalarıdır, sorun eldeki sağlığın kaybedilmemesidir,” şeklinde ifade etti.

Son yıllarda hastanelerin doluluk oranına da dikkat çeken Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar, “Çok ciddi anlamda hastalık artışı var. Bu hastalık artışının bir kısmı kanserdir, ama çocukların hiperaktivitesinden tutunuz alerjiye kadar çok fazla hastalıkta artış var” diyerek akademilerin uzun süre kanser hastalıklarının tanısını bunun sigara alkol ve kilo fazlasıyla açıklamaya çalıştığını söyledi. Dizdar “Artık vazgeçmiş görünüyorlar. Türkiye ilk defa dünyanın söylediği bir şeyin dışında bir şey söyleyerek bunların büyük bir kısmını gıdayla ilişkindi. Bundan 15 yıl önce bu kadar çok kanser hastası yoktu. Günde gelen 10 tane kontrol hastası olurdu. Haftada iki üç yeni başvuru oluyordu. Bugün her gün iki üç yeni başvuru, kırk tane kontrol, bütün poliklinikler ağzına kadar dolu. Ramazan’da hiç hasta gelmezdi, şimdi her zaman ağzına kadar dolu. Ve işin ilginç yanı o zaman 4 büyük merkezdik bugün 20 tane İstanbul’da merkez var hepsi dolu. Kanser hastaları dolaşan hastalar değildir. Bir doktora bağlanırsınız oradan devam edersiniz. O zaman diyorsunuz ki hastalık artıyor. Bakanlık da aynı şeyi söylüyor. Nedenini açıklamaya geldiğimizde 2001 yılında yapılan yoğurt tebliğiyle örtüşüyor” diyerek kanser vakıalarının artmasında gıda ürünlerinde yapılan değişikliklerin olduğunu söyledi.

Yemek kültürünün geleneksel bir kültür olduğunun da altını çizen Dr. Dizdar, “Bizim beslenmemizin pratik olarak hiçbir geçmişi yoktur. Hiçbir kitabı da yoktur. Sadece anneannelerden, babaannelerden, annelerden ya da babalardan öğrenilen yöntem üzerine kuruludur. Yani domates şöyle yenir, kabak böyle pişirilir, mesela salatalığın pişirildiği bir yemek ben bilmiyorum. Demek ki salatalık çiğ yenen bir şeydir. Bu işte gelenektir. Gelenek bize sağlıklı olmak için binlerce yıldır bir takım tanımlar getirmiştir. İmam  bayıldı nasıl yapılır, ıspanağın yanına neden yoğurt konulur, bu şekilde tanımlar.  Bu tanımlarla biz gelenek içerisinde yemek kültürünü edinmişiz ve bu sözlü olarak becerinin aktarılmasıyla aktarılıyor. Bunun yazılı bir kitabı yok, yemek kitabı yok, kodeks kitabı yok,” dedi.

Nüfus artışının gıda güvenliği üzerinde etkilerinin olduğunu anlatan Nilüfer Belediyesi Ziraat Yüksek Mühendisi Arca Atay da gelişen teknolojiye dikkat çekti. Arca Atay, “Dünyada bir yoğun nüfus artışı var ve bu artış yeni yerleşim alanlarının açılması, yeni sanayi yeri kurulması, havaalanları yapılması, HES, nükleer santraller kurulması gibi etkiler yaparak tarımsal faaliyetleri yavaşlatmakta, bozmakta ve tahrip etmekte. Toprak ve su gibi varlıkların miktarı yıllar itibariyle azalırken, artan nüfusun gıda gereksinimlerini karşılamak zorlaşıyor. Bugün bir milyara yakın insan açlık çekmekte ve her yıl açlıktan ölen insanların sayısı da artmaktadır. Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin özellikle son çeyreğinde tarım ve hayvancılık politikaları farklı sistemin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiştir. Kırsalın üretici gücü kırılmış köylünün kente göçü adeta teşvik edilmiş. Tarım alanları tarım dışı sektörlerin kullanımına açılmıştır. Türkiye, 1990’dan bu yana 20 yıllık süre içinde tarım alanlarımız yaklaşık 28 milyon hektardan 24 milyon hektara düşmüştür. Yani 20 yıllık süre içerisinde 4 milyon dönümlük tarım arazisini kaybetmiş” olduğunu söyledi.

Türkiye’de margarin kullanım oranlarına da değinen Arca Atay, “Türkiye’de 54 yıl boyunca kalp hastalığına neden olan trans yağlı margarin üretilmiş ve kullanılmıştır. 2007’den sonra belki sağlıklı bir margarin yiyor olabilir insanlar ama Margarin Üreticileri Derneği’nin söylediğine göre madem ki trans yağlar insan sağlığı için zararlı kalp hastalıklarını tetikleyen yağlar, dolayısıyla margarin içinde bulunmaması lazım ama ne yazık ki 54 yıl boyunca biz bu yağları yemişiz. Ev kullanımı için kişi başına margarin tüketimi 1.7 kilogram fakat endüstriyel margarine bakıyorsunuz ki 163 bin tondan 356 bin tona çıkmış. Dolayısıyla kişi başına 7 kilogram margarin demek çok büyük bir rakam. Türkiye’de yıllık kişi başına tüketilen zeytinyağının miktarı 1 litre, tereyağ miktarı ise 600 gram. Margarinciler zeytinyağını ve tereyağını bitirmişler,” şeklinde konuştu.

Türkiye’de gıda güvenliğinin tartışıldığı toplantının sonunda Nilüfer Belediyesi Başkan Yardımcısı Recep Tanlak, konuşmacılara plaket vererek teşekkür etti.