Sezer, “ ‘İnsanların yaşadıkları evler, çalıştıkları plazalar yapılırken acaba kimler öldü? Bunun harcına işçilerin kanı karıştı mı?’ diye bir soru gelse bu bence önemli ve sinemanın yapabildiği bir şeydir” dedi.
İlk gösterimini Çek Cumhuriyeti'nde 51. Uluslararası Karlovy Vary Film Festivali'nde yapan ve 23. Adana Film Festivalinde SİYAD “En İyi Film” ödülü dahil toplam 7 ödülün sahibi olan Babamın Kanatları isimli film Nilüfer Belediyesi Konak Kültürevi’nde izleyici ile buluştu.
Vizyona 6 Aralık’ta giren filmin başrolünde başarılı oyuncu Menderes Samancılar var.
Musab Ekici, Kübra Kip ve Güllü Özalp Ulusoy’un de rol aldığı Babamın Kanatları filminde inşaatlarda yaşanan işçi ölümlerine ilişkin gerçekçi değerlendirmeler yapılıyor.
Büyük ilgi gören film gösteriminin ardından filmin yönetmeni ve senaristi Kıvanç Sezer, Nilüfer Belediyesi’nin düzenlediği söyleşide Bursalı sinema tutkunlarıyla bir araya geldi.
Filmin senaryosunu 2010 yılında bir üniversite öğrencisinin inşaatta çalışırken düşüp ölmesiyle ilgili haberden etkilenerek yazdığını kaydeden Sezer, Türkiye’de bir yılda yaklaşık bin 500 işçinin çalışırken öldüğünü söyledi. Babamın Kanatları’nı ‘Meselesi olan bir film’ olarak nitelendiren Yönetmen Kıvanç Sezer, “Bu gerçekliklerin halen var olduğunu ne yazık ki biliyoruz, göstermek lazım ve tartışmaları bu realite üzerinden kurmak lazım. Bir ülkede günde 3 işçi ölüyorsa bu hepimizin sorumluluğudur. Bir ekonomi modeli geliştiriyorlar işte bu neo-liberal ekonomi, bir büyüme modeli geliştiriyorlar ve bu geliştirmelerin arasına neden insanların iyi çalışma koşulları girmiyor da sırf kâr üretilmesi giriyor. Bence asıl olan şeyler bunlar ve sinemada da bunlar üzerine gitmek istiyorum” dedi.
Babamın Kanatları filminde olağan bir meseleyi kendi gerçekliğiyle gösterip, umudu vurgulamak istediğini söyleyen Sezer, “Umut, mücadele, direniş bu tür şeyler hepimizin hayatından çekip çıkarması zor olan şeyler. Bir umutsuzluk, bir yenilmişlik, yılgınlık döneminden geçiyoruz. Ben de bu dönemin üyesiyim ve ben de kendimi bunun içerisinde arıyorum. ‘İnsanların yaşadıkları evi, çalıştıkları plazaları yapılırken acaba kimler öldü bunu yaparken? Bunun harcına işçilerin kanı karıştı mı?’ diye bir soru gelse bu bence önemli ve sinemanın yapabildiği bir şeydir. O açıdan ben bu yönüyle bakmaya başladım ve bu tür filmler yeni yeni yapılıyor. Bundan sonra farklı yönetmenler bu meseleyi çok daha diri bir şekilde seyirciye getirecektir. Türkiye’nin buna ihtiyacı var, benim de buna ihtiyacım var” diye konuştu.
“KİMLİK MESELESİ DEĞİL SINIF MESELESİ”
Türkiye’de inşaat işçilerinin önemli bir kısmının Kürt işçiler olduğunun altını çizen senarist ve yönetmen Kıvanç Sezer, filmi Kürt işçiler üzerinden anlattığını fakat farklı örneklemeler de yapılabileceğini belirtti. Sezer, “Biz bu filmi Türkiye’de çektiğimiz için ve Türkiye’de inşaat işçilerinin önemli bir kısmı Kürt işçi olduğu için ben de sorunu Kürt işçiler üzerinden anlattım. Onları kendi gerçekliğiyle resmetmeye çalıştım. Filmi kimlik meselesinden öte, sınıf meselesi üstüne kurmaya çalıştım. Yani Kürt sorunuyla ilgili bir film değil bu ama Kürtlerin de sorunu olan ezilmişlik meselesi üzerine bir sorun. Soma’daki örneği uygulanabilir, Güllük’teki atık su tesisinde 6 tane işçinin gazdan boğulması olabilir. Bu yanlış yaşayan ve çalıştıkça arada insanları öğüten bir çark var ve bence okları buraya yöneltmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bu filmi Türkiye’de çektik burada Kürt işçiler çalışıyor, İran’da çekseydik Türk işçiler olurdu, Hindistan’da çekseydik Nepalliler olurdu” dedi.
Filmin üçleme olduğunu da sözlerine ekleyen Kıvanç Sezer, ikinci filmde daireye bakan çiftin hikayesini, üçüncü filmde ise müteahhidi anlatacaklarını söyledi.